Sevdiklerimize gönül rahatlığıyla sarılmayı, maske takmadan, test olmadan, mesafe korumadan, kafelerde dostlarımızla koyu sohbetlere dalmayı özlemediniz mi?

Şevket Dalboy

Koronavirüs salgını döneminde iki farklı gelişmeye tanıklık ettik ve edtmeyeda devam ediyoruz. Bir tarafta herkesin sabırsızlıkla beklediği görüntülere sahne olan, hayatın büyük ölçüde normale döndüğü, Yeni Zelanda duruyor, diğer tarafta ihmal ve umursamazlığın had safada olduğu Çovid-19 ölümlerinin önüne geçilemediği Hindistan gerçeği!

Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da düzenlenen rock konserinin fotoğrafları tüm dünyaya servis ediliyor. On binlerce kişinin mesafe ve maske olmaksızın yan yana, sevdikleri müziklere eşlik ettiği konserin görüntülerini herkes imrenerek izliyor.

Salgının kontrol altına alınamadığı, önlemlerin ise umursanmadığı Hindistan gibi ülkelerde ise virüsün ardı ardına can almaya devam ediyor. İkinci dalga sırasında sağlık sistemi çöken Hindistan’da Ganj Nehrin’deki cesetler, pandeminin yol açtığı felaketi akıllara kazıyan görüntülerden sadece bir bölümünü görüyoruz.

Umut var mı?

Yaklaşık bir yıldır salgının ne zaman sona ereceği sorusuna cevap aranıyor. Bugüne kadar bu soruya sağlıklı yanıt veren olmadı. Belirsizlik karamsarlığa yol açarken ekonomik ve piskolojik açıdan derin sorunları ortaya yıkarıyor.

Tanınmış Alman virolog ve sağlık uzmanlarının „iyi bir yaz“ öngörüsüne vurgu yapmaya başladıkları andan itibaren, Almanya’da salgında sona gelindiği yönündeki umutlar yeşeriyor.

Almanya’da salgın verilerini izleyen Robert Koch Enstitüsü’ne (RKİ) gore, 7 günlük her 100 bin kişide görülen Çovid-19 vaka sayıları 100’un altına düşüyor. Her gün aşılananların sayısı hızla artıyor. buna rağmen asi konusunda kafası karışık olanların sayısı hiçte az değil.

Gerçekten tünelin sonuna mı geldik? Umut ışığı görünüyor mu?

ABD’de de uzmanlar da iyimser. John Hopkins Üniversitesi’nden Justın Lessler, Washington Post gazetesine, pandeminin sona ereceği günün öngörülemeyeceğini söylemekle birlikte „aşının galip çıktığı“ izleniminin güç kazanmakta olduğunun altını çiziyor.

ABD’nin sonbahara kadar ABD halkının yüzde 70’ini aşılaması halinde salgından, virüsün kontrolü evresine geçileceğini açıklandı.

Batılı ülkeler için bu büyük ölçüde geçerli bir durum gibi gözüküyor. Ama bu evreye girilebilmesini önleyen bazı etkenler gözardı edilebilir mi?

Sürü bağışıklığı farkındalık oluşturuyor mu?

Çok sayıda bilim insanı, sürü bağışıklığı için virüse karşı bağışıklık kazanmış olması gereken nüfus oranının yüzde 60 ila yüzde 70 dolayında olması gerektiği öngörüsünde göndemde tutuyor.

Ancak şu gerçeğinde altını çizmekte fayda var:
Virüsün öngörülenden daha bulaşıcı olduğu biliniyor ve uzmanların çoğunluğu salgının son bulması için insanların yüzde 80’inin aşılanması gerektiğini dile getiriyor.

Mutasyon endişesi halla var!


Virüsün yüzde 30 oranında daha hızlı yayılmasına sebep olan İngiltere, Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan varyantları da bilim dünyasını yeni arayışlara itiyor.

Nüfusun yüzde 90’i aşılanabilirse!

Bilim insanlarının hesaplamalarına göre bu mutasyonlar ışığında sürü bağışıklığı için aşılanması gerekenlerin oranı yüzde 90’a yükseliyor. Ayrıca özellikle Güney Afrika varyantında, asıların etkili olma oranının da gerileyebileceği belirtiliyor. Örneğin viral vektör temelli AstraZeneca aşısının bu varyanta karşı ancak yüzde 10 ila 57 dolayında koruma sağlayabildiği, mRNA bazlı Biontech aşısının ise daha etkili olduğu ifade ediliyor. Asi vurulmak isteyenler ve aşı olmak zorunda kalanların neredeyse tamamı Biontech aşısına yöneliyor.

Aşı güvencede mi?

Ağır vaka ve ölümleri önleyebilen asıların, virüsün yayılmasını önlemede ne oranda etkili olduğu henüz tam olarak netlik kazanmadı. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, asılıların virüsü bulaştırma oranının yüzde 67 ila 94 oranında olduğunun altı çiziliyor.