Saadet Demir Yalçın

Yazılanlar her an yaşamı sorgulamanın ürünü oluyor bazen. Olduğu gibi herşeyi kabul etmemekten belki. Yaşamdan en büyük beklentimiz olan mutluluk hem kolay hem zor kazanılan bir olgu. Küçük mutluluklar yaşamak kolay görünse de değil aslında. Çünkü o küçük detayları görüp mutlu olabilmek için bile gönül gözünün açık olması, yetinmeyi bilmesi gerekiyor insanın. Ruhu yalnız insanın, her an hem de. Özü yalnız insanın. Sadece bulunduğu ortamı paylaşabiliyor diğer insanlarla, gözünü kapadığında yine kendi benliğine dönüyor, yalnızlığına. Kaçışsa belki çok çalışmak, işlere gömülmek, yoğun bir tempoyu götürmek olabildiğince ve dayanabildiğince…

Yaşamı sorgulamak derken hep düşünürüm, niye dünyaya geldiğimizi, neden yaşadığımızı, bunca gereksiz savaşımın, hırsın neye yaradığını? İnsanların neden acılar çektiğini, bir kesimin rahat yaşarken bir kesimin yoklukla, acıyla boğuşmasının ne kadar adil olduğunu. Bunun neden olduğunu daha doğrusu. Milyonlarca yıl geçse de, milyarlarca insan doğup ölse de asla değişmeyecek bu dünya gerçeğinin ne anlama geldiğini düşünürüm. Amaç sadece yaşamaktan zevk almak mı? Yemek, içmek, değişik hazlar tatmak, peki ya sonra?.. Yine acıkmak, susamak, yine istekler… Peki ya o hırsların getirdiği kavgalar, birbirini kırıp geçiren insan toplulukları, acılar, tükenmişlikler ne için? Nereye götürmek için bizleri? Sonu yok bunların, bu noktadan bakınca ister istemez sorgulama süreci başlıyor. İnsanlar durmadan çoğalıyor, her birey benzer süreçlerden geçiyor, doğanlar, ölenler ve elbette unutulanlar.

Bugün bakıyorum, sadece düşündüğü ve bunu kağıda döktüğü, daha güzel bir dünya istediği için özgürlüğü elinden alınanlar, sindirilmek istenenler, yaşamı hiçe sayılanlar, onurlu bir mücadelenin içinde ömrünü feda etmekten çekinmeyenler. Diğer tarafta sadece paranın esiri olmuş, insanları, canlıları katletmekte hiç bir sakınca görmeyen bir zihniyet, gücünü maddiyattan alan ve hep güçlü olmuş bir kesim. Yaşamı her yönüyle dibine kadar zevk alarak yaşayanlar. Ne kadar adil? Bu adaleti kim sağlamış? Neye göre seçilmiş bu insanlar? Acı çekecekler şuraya, sefa sürecekler şu tarafa geçsin demiş sanki birisi, pazardan domates seçer gibi.

Bu noktadan bakınca çoğu şeyin adilliğine, adaletine inanmıyorum. Toplum kurallarını bile anlamakta zorlanıyorum çoğu kez. Körü körüne uymak zorunda olduğumuz, anlamsız bir silsile. Yesem, içsem, gezsem, tozsam ne olacak diyoruzdur zaman zaman… Sadece günü geçirmiş olacağız. Yarın yine aynı ihtiyaçlarla güne başlayıp, binbir umutla diğer yarını bekleyeceğiz. Sonra bakacağız ki ihtiyar bir beden, elden ayaktan düşmeye yüz tutmuş bir varlık. O halde diyorum, bir taraftan bunları düşün, bir taraftan da çalış, üret, dünya gerçeklerini görmeye çalış yine. Acı çek, başkalarının acıları acın olsun, özlemleri özlemin, sevinçleri sevincin… Gittiği yere kadar. Nasılsa bu çarkın bir parçasıyız belki de koca bir makinanın birer vidası gibiyiz. Bir vida düşer ve değişen birşey olmaz gibi gelir ya, o makina çalışmaya devam eder bir şekilde… Vida olarak düşmemek için sıkıca büyük makinaya tutunmak belki yaptığımız yaşamda…
Ve gün gelir bir vidanın bile ne çok önem ve anlam taşıdığı; koca makinaların, düzeneklerin çalışmak için o vidaya ne denli muhtaç olduğu anlaşılır mutlaka!..