Saadet Demir Yalçın

Geçen günlerin birinde epeydir geçmediğim bir sokaktan geçerken eski, eni konu duvarları yıkılmaya yüz tutmuş evinin önündeki küçücük toprak alanda dikili ağaçlarıyla vedalaşan, muhtemelen o güne değin hali ve hatırı pek sorulmayan, iki büklüm bir nine dikkatimi çekmişti… Yorgundu, solgundu, üzgündü… Yılların yaşanmışlığı alnındaki çizgilerin arasında kaybolmuş, bugüne değin belki de binlerce çiçek ekmiş ellerindeki fesleğen kokuları havanın kirine, pusuna karışmıştı. Sonra yolun karşısındaki bir kadın, arabadan başını uzatıp „Hadi anne geç kalıyoruz!“ diye seslendi… Çok geçmeden duvardaki müteahhit firmasının tabelasına gözüm ilişti, evet o ev yıkılacak yerine apartman dikilecekti. Zaten o sokakta da sadece ninenin evi kalmıştı yıkık dökük. Evin dört bir yanı devasa apatmanlarla çevriliydi, her bir katında onlarca insanın yaşama sıkışıp çok şeye geç kaldığı. Nine, evine ve ağaçlarına son bir veda bakışı bıraktı yorgun gözleriyle, kimse görmedi konu komşusundan çünkü onlar çok yüksekteydiler…

Kimbilir nereye götürüldü o nine, eviyle, kendi elleriyle diktiği ağaçlarıyla vedalaşırken bir daha geri dönmeyeceğini, bunun o değerlerine son bakışı olduğunu da çok iyi biliyordu…
Pek çok şehirde kentsel dönüşüm ya da modern şehirleşme adı altında yıkılan bahçeli, eski mimariyle özenle yapılmış pek çok ev tarihe karışıyor birbiri ardı sıra… Bir zamanlar bahçesindeki ağaçların gölgesinde oturulup demli çaylar içilen o güzelim alanlardaki ferahlığı bir karışlık balkonlarda arıyor insanlar… Kuşlar bile kafeslere hapsolmuş o balkonların demir parmaklığı ardında, ötüşleri cılız, kırgın, yorgun adeta… Ağaçların meyvesini en doğalından elini uzatıp dalından kopartırken bir zamanlar; pazarda hormonlu, pahalı, tatsız tuzsuz meyvelere, sebzelere talim ediyor şimdilerde… Ve insanlar elleriyle yerle bir ederken değerlerini, yaşanmışlıklarını, tarihlerini yine en derininden sitemini de etmekten geri durmuyor. Son bakışları hiç gelmeyecek gibi hep daha modern olalım istiyor.
Yıkılacak evine ve evinin önündeki ağaçlarına veda eden ninenin hüznünü bilmiyoruz, hiç bilmeyeceğiz büyük olasılık. Bir fidanı dikip büyüdüğünü an be an izlemenin, meyve vermesinin hazzını unutup gideceğiz…

Ninelerimizden, dedelerimizden emanet aldığımız bu dünyayı bir beton yığını olarak çocuklarımıza bırakıp ardımıza bile bakmadan kaçacağız, son bakışı atmaktan çekinerek… Fesleğen kokuları ise çoktan karışmış olacak havanın kirine ve pusuna…