Dünya’nin en büyük çevre sorunu nedir diye sorarsanız, yaptığım tüm araştırma ve değerlendirmelerimden sonra şunu söyleyebilirim; tek başına fiziki kuraklık yoktur. Ne yazık ki zihinsel ve zihniyet kuraklığı da vardı

Konumuzun en başından şunu söylemek istiyorum: Öncelikle hükümetler ve yerel belediyelerin kendi eksikliklerini iklim değişikliğine bağladığını görüyorum. Bu nedenlede gerçek çözüm odaklı çalışma yapamıyorlar. Kendi eksiklikleri bir yana, iklim değişikliği olarak gördükleri sorunların çözümleri içinde sağlıklı adım atmamakta direniyorlar.

Kuraklık resmen bir afet olmalıdır!

Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede de Afet Kanunu’nuna göre kuraklığın resmen bir afet sayılmadığını biliyormusunuz?

Geçen yıl dünyanın çeşitli bölgelerinde özellikle Türkiye ve Yünanistan, Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşanan orman yangınları çok can yakmıştı. Ülkemizde yangınlarla ilgili de şu değerlendirme öne çıkmıitı, „Kurumlar birbirleri arasında çalışma yapsalar bu yangınlar olmayabilirdi“ Şimdi yine kavurucu sıcakların arefesindeyiz. Kısmen yangınlar bailadı. Kontrol altına alınması günler sürdü. Zihinsel kuraklık olmasa uçağı olmayan ülkeler yangın söndürme uçaklarını çoktan almışlardı.

Devletin itibarından ne anlıyorsunuz?

Uçağımız var demeklede olmaz, ne kadar gerekiyorsa o kadar alınmalı . “Devletin itibarından tasarruf olmaz“ diyenler, çıkan yangınları söndüremediğinde devlet itibar kaybetmiyor mı? Planlı bir çalışma olsaydı en azından komşu ülkelerle komisyonlar kurup yangınlara müdahale ekipleri oluşturula bilirdi. Herşey olup bittikten sonra “Şu olsaydı böyle olurdu“ demenin bir mantığıda yok biliyorum.

İklim değişikliğiyle mücadeleye mecburuz

Dünya iklim değişikliği ile büyük bir mücadele içerisinde olmak zorundadır. Amacım bu mücadeleyi hızlandırmaktır. Antalya’da geçtiğimiz günlerde çıkan yangın bizi bekleyen tehlikeleri yeniden hatırlatmış oldu. Üç ayrı noktada çıkan yangın haberlerini baktığımda bu yazımı hazırlamaktaydım. Görüntüleri büyük bir üzüntü ve öfkeyle izlerken komşu ülkeler arasında tüm politik açmazları bir yana bırakıp uçak ve helikopterlerin orman yangınları ve doğal afetlerde mücadeleye güç katması için derhal adımlar atılmalıdır. Bu mücadeleye gücü oranında her ülke katkı sunmak zorunda. Emperyalistlerin çıkarı olduğunda her ülkeyi köşeye sıkıştırmayı iyi biliyorlar. Bu konuda da samimi değiller. Kaçak güleşmekten bile çok üzaklar. Minderin etrafında ahkam kesip, midere çıkmıyorlar.

Halk seçici ve zorlayıcı olabilir mi?

Çevre sorunları artık hükümetlerin öncelikli çözüm odaklı çalışma prensibine dönüşmek zorundadır. Halk bu konuda seçici ve zorlayıcı olmalıdır. Altını çizerek tekrar belirtiyorum ki en büyük çevre sorunumuz zihinsel kuraklığımızdır. Samimiyetsizliktir. doğanın ve insanın değerini bilmeyen siyasetcilerimizdir. Bağnazlık, fırsatcılıkta cabası. Çevre problemleri dünyanın her tarafında belli fakat çözüm noktası belirsizdir. Buda en büyük tehlikedir. 1999 Gölcük depreminin ardındanda birçok iey yazdım. Görüyorumki çok yavaş ilerleyen bir polikik sistem var. Tam bir kapitalist mantık, kar zarar odaklı sorunları ele alan bir anlayış hakim.

Çözüm noktasında sorun yaşıyoruz.

Topu tacı atıp kavram kargaşası çıkartıyorlar. Dünyanın her yerindeki eski kentlerde „kent selleri“ artarak yaşanıyor. Kent sellerini engelleyecek altyapı yok. Olanlar kesinlikle yetersiz. Başkentimiz Ankara’da yaşananlar daha hafızamızda taze! Ülkeler seller karşısında kapasite artırmaya çalışsada yeterince ödenek ayrılmıyor. Tek başına yerel yöneticilerin altından kalkacağı bir sorun olmadığının farkındayım. Hızlı birşekilde dereler ve nehirlerimizde islah çalışmaları artırılmalı, yağmur sularını tutmak ve verimli değerlendirmenin yolları bilimsel olarak ele alınmalı. Bunu neden yapmalız sorunsuna da elbette cevap vereceğim.

Ülkemiz’de de aynı sorunun olduğunu söyleyebilirim..

Bizde kapasite geliştirme girişimi sistematik bir şekilde ele alınmıyor. Teorikte birçok veri suna bilirsiniz fakat pratik ortadadır. Kılasik belediyecilik yöntemleriyle betonlaşan kentlerin sorunu çözülebilir mi sorusuna hep kaçamak cevaplar verilmekte…

  • Aşırı bir yağış olduğunda bütün caddeler, sokaklar dere olmuyor mu?
  • Sular en çukur yerlerde birikiyor mu?
  • Halkın malına canına zarar gelmiyor mu?
  • Devletin itibarını zedelemiyor mu?

Belediyeler bugünün değil gelecek on yılların koşullarını hesaplayarak yerleşim yerlerinde mazgal vb. çalışmaları yapmak zorundadır. Günümüzde gerektiği kadar mazgal bile yapılmıyor. Sonra suçu iklim değişikliğine atıyoruz. Yahu siz tüm atyapı ve üstyapı çalışmalrınızı yapın, buna rağmen sorunlar yaşanırsa elbirliğiyle başa çıkarız. Almanya yaşadığı felaketi bu şekilde atlatmıitır. Dünyanın en büyük çevre sorunu kent selleri. Yağmur suları caddelere vermemek gerekir. Bizde çatıdan gelen yağmur suları direkt sokağa veriliyor. Yağmur suyu şebekesi kurulup oraya verilmesi gerekiyor. Kimse „Çatıdan gelen suları yola vermememiz gerekiyor“ demiyor. Zihinsel olarak olayı anlamış değiliz. Kentsel alt yapıdaki tüm eksiklerimizi, yapmadıklarımızı iklim değişikliğine atıyoruz.

İklim değişikliğinin sonuçlarını toplum olarak nasıl görüyoruz ?

Aşırı iklim olayları hızla artıyor. Yağışın görülmediği dönemler sıklaşıyor.

Sıcak geçen günlerin sayısı yükseliyor.

Türkiye’de afetler kanunla belirlenmiş durumda. 7269 sayılı kanun. Fakat kuraklık kanuna göre afet sayılmıyor.

Sıcak hava dalgaları afet olarak geçmiyor.

Bu konuda kapsamli bir çalışmanın olduğu bilgisini aldım. Fakat nezaman bir soru yöneltseniz o konu hakkında bir özel çalışma vardır. Bu durum pratiğe yansımamaktadır. Bu nedenle inandırıcılığı yoktıur. Son 10 yılda yaşanan doğal felaketler de iklim değişikliğ nedeniyle gerçekleştiğ kabul edileceği bilgisi var. Daha neyi bekliyoruz, neden kanunlaştırıp uygulamaları ciddiyetle takip etmiyoruz?. Elbette çalışmanın kapsamlı içeriğinden haberdar değilim. Bu çalışmanın deteylarınıda öğrenmek hakkımızdır. Öyle iklim değişikliği deyip geçmeyin, yaşam kalitinizden tutalımda yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, ısınıp soğuttuğumuz, ulaşım araçlarımızda dahil yani doğadaki tüm canlıları doğrudan etkilemektedir. Konunun hassasiyetini anlamaya ç.alışalım….

Nasıl ısıtma yardımı yapılıyorsa soğutma yardımı da kesinlikle olmalı!

Kışın donan insanlara devlet yardım ediyor ancak yazın sıcaktan yananlara bakılmıyor. Sıcak hava dalgaları nedeniyle 2003 Ağustos ayında Fransa ve İspanya’da 35 bin kişi öldü. Yünanistan’da evlerden cesetlerin toplandığına bizzat tanık oldum.Türkiye’de kimse ölmüyormuş gibi duruyor ama Türkiye’de bunun kaydı ne yazıkki tutulmuyor. Hastanelerde yaz aylarında artan ölümler olduğunda bu ölümlere bizim hastanelerimizde sıcak hava neden olarak yazmıyor. Kalp yetmezliği organ yetmezliği vs yazıyor. Hal ve ahval böyle…

Türkiye’de bunun adı bile telefus edilmiyor!

Sıcak hava dalgaları olduğunda özellikle üst katlarda yaşayan obez insanımız, yaşlı, hasta ve de çocuklarımız bunlardan çok etkileniyor. Batı’da böyle dönemlerde halka su dağıtıldığını bilmeyenler için yazıyorum. Su diyorum su… Soğuk su neden dağıtılmıyor yaşlı ve bakıma muhtaç insanlarımıza. Avrupa’da Soğuk noktalar oluşturuluyor. Müslüman olmayan bir toplumun yaklaşımıyla, müslüman olan bir toplumun yaklaşımı arasındaki fark neden bu kadar açık. Burada „ne oldu bize“ sorusu öne çıkmıyor mu sizcede ? Leylek hastanesi kuran bir medeniyetten, eğoist, bencil bir topluma nasıl dönüştür? Bizi hangi politikalar bu duruma getirdi? Sorumlusu kim? Bana sorarsanız islam siyasallaştıkça bu makas iyiden iyiye açılıyor. Emperyalist ve kapitalist pılitikaların etkisine girdikçe inanımızı değersizleştiriyor. Kim nederse desin durum tamda budur.

Nasıl ısıtma yardımı varsa soğutma yardımı da yapılıyor.

Belediyeler yaşlıların evine klima bile koyuyor. Nasıl ısıtma yardımı varsa soğutma yardımı da yapılıyor. Anlatabiliyormuyum? Isıtma yardımı yapıldığı noktalarda soğutma yardımıda yapılıyor. Sosyal devlet anlayışı bunu gerektiriyor. Amerika’da dahi bu yapılıyor. Türkiye’de adı bile anılmıyor bu uygulamanın. Keşke ülkemizde de olsada insanımız rahat bir nefes alsa. Çok bilmiş siyasetcilerimiz bunu neden akıl edemiyor acaba?

Siyasileşerek körleşen beyinlerimiz!

Almanya’da da yürekleri dağlayan sel felaketini yaşadık. Selden zarar görenlerin yaraları tez elden sarıldı. İnsanlar en azından bunun tesellisiyle moral buldu. Ülkemiz, yani Türkiye’de geçen yıl Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş yangınlarına tanıklık ettik. Sizce bu yangınlar neden kısa sürede söndürülemedi? Hükümet yangınları söndürme noktasında ne gibi hatalar yaptı? Bunu ısırarla soramadık. İnsanların korku ve kaygıları bu soruyu yüksek sesle sormaya engel oldu. Hergeçen gün toplum olarak biraz daha cehalete gömülüyoruz. Siyasi körlük toplumun düşünce sistematiğini temelden etkiliyor. Apolitikleşmenin yanında yozlaşmayıda hızlandırıyor.

Orman teşkilatında ormancıdan başkası çalışıyor mu?

T.C. ÇEVRE, ŞEHİRCİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANLIĞI
Meteoroloji Genel Müdürlüğü… Tarım ve Orman Bakanlığı · Meteoroloji Genel Müdürlüğü bakınız tabelalar tamam. Brokratlar atanmış, birçok ta çalışanı var. Gerçek manada mesella Meteoroloji mühendisi var mı orman çalışanları arasında? Ne alaka diyebilirsiniz… Hakkınız var… şahsen şöyle çevap vermek isterim çünkü; mevsimsel orman yangını tahmini yapılması gerekiyor. Bunu bir orman çalışanı sağlıklı bir şekilde yapamaz. Geçen yılki yangınlar kışın yağışlardan tahmin edilebilirdi. Birçok ülkede zaten bu şekilden yapılıyor. Kışın yağış olmadıysa sıcaklık yazın daha fazla olacak demektir. Atalarımızda bu şekilde önlemlerini alıyorlardı. Kurumlar birbirleri arasında çalışma yapsalar bu yangınlar olmayabilirdi. Bu konuyu ısıtıp ısıtıp gündeme getirmek değil niyetim. Bir an önce önlem alınmasıdır dileğim. Bir önceki yıl kuraklık oldu. Yağış çok azdı. Yangınlar da çok oldu. Buna birde kendi vatanına ihanet ederek ormanları yakanlar, yaktıranlar ekleniyor.

Somut olarak ne yapılmalı?

Kesinlikle uzun vadeli hava tahminleri yapılmalı.

Buna göre bütçeler ayrılmalı.

Meteoroloji sıcaklık ve nem olaylarını analiz ederek yangınları 3-5 gün önceden tahmin edebilmeli.

Bunu önceden belirlemis olsa o bölgelere takviye güç sevkedilir, ormana girişler dahi yasaklanabilir.

Risk yönetimi mantığı kesinlikle oluşturulmalı.

Yangın söndürme araçları havadan ve karadan eksiksiz tamamlanmalı ve gelişen teknoloji değerlendirilmeli.

Meteroloji mühendisleri çalıştırılmalı

Seferberlik görev emri gibi afetlere müdahale timleri kurulmalı.

Bizde dereyi görmeden paçayı sıvamayan bir ‚akıl‘ hüküm sürüyor. Çünkü alevleri ve dumanları görmeden hareket geçilmiyor. Önceden riski görüp hareket etmek yok maalesef.

Yangın uçağı açığımızı şartları zorlayıp kapatmaktan başka çaremiz yok.

Uzun vadeli riskleri görmek gibi bir alışkanlığımız da yok. Fakat olmalı…

Çölleşmek istemiyorsak, en zor koşullarda kendi kendimize yetmek istiyorsak uzun vadeli risk yönetimini güçlendirmeliyiz

Giderek bazı hastalıklarda daha fazla artış olacak.

Altını çizerek söylüyorum ki; kimsenin konuşmadığı bir tehlike daha vardır; küresel iklim değişikliği ile birlikte bazı hastalıklarda daha fazla artış olacak. Sıtma, kırım kanamalı kongo ateşi gibi, hayvanlardan insanlara geçen hastalıklarda tropik kuşakta olduğu gibi Türkiye’de de bir artış olacaktır. Sağlık Bakanlığının bunu şimdiden görüp üniversitelerle işbirliği yapması şarttır. Hep konuşuyoruz. Sadece konuşuyoruz. Felaketlerin ardından maalesef bedel ödeyeni de bulamıyoruz. Herşeye bir gerekçe buluyoruz.

„Amfibik uçaklar kullanılamıyor“


Son yaşadığımız yangınlarda havadan müdahale ile ilgili yangın söndürme uçakları bu yıl da tartışma konusu olmuştur Bekir Pakdemirli’nin bakanlığı döneminde Tarım ve Orman Bakanlığı ile Türk Hava Kurumu (THK) karşı karşıya geldiğini unutmuş gözüküyoruz, „uçabilir durumda olmadığı“ gerekçesiyle 2019’dan bu yana THK’nın uçakları yangın söndürme faaliyetlerinde kullanılmamıştı. THK Kayyum Heyeti Başkanı Abdullah Kaya, Pazartesi günü yaptığı açıklamada envanterdeki uçaklardan üçünün bakımının tamamlandığını ve Temmuz ayından itibaren kullanılacağını açıkladı.

Neden önemli?

THK’nın amfibik uçaklarının göl, deniz ve barajlardan su alarak kısa süre içerisinde yangın bölgesine ulaştırabilmektedir. Şu anda yangın bölgesinde amfibik uçak kullanılmadı. Geçen sene de uyarmıştım. Ama uyarmaya devam edeceğiz. Vatan topraklarımızdaki her değeri korumak için vazgeçmemek gerekir. Yangınları körükleyen bir etken daha var, onada dikkat edilmiyor. ısrarla aynı hata tekrarlanıp duruluyor.

Yanıcılığı yüksek sarı çam fidanları dikmeyin!!!

Akdeniz ormanları alev alev yanarken, yine gidip yanıcılığı yüksek sarı çam fidanları dikiyoruz.

Neden? Nedeni şu: Çünkü hızlı büyüyor, hemen yeşilleniyor. Ve çok çabuk tutuşuyor. Fakat dünyada karışık tür ağaçlar dikiliyor. Karışık türün amacı elde olmayan nedenlerde çıkan yanğınların hızlı dağılmasını önlemesidir. Böylece müdahale imkanınız biraz daha artar.


Uluslararası anlaşmalara tabi olsak ne kazandırır ?

Türkiye iklimle mücadele konusunda dünya ülkelerinin attığı en önemli adımlardan biri olan Paris İklim Anlaşması’na 2016’da taraf oldu. Ekim 2021’de de anlaşma Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Türkiye’de özellikle çevre konusunda mücadele eden sivil toplum örgütleri, yaşam savunucuları bu anlaşmaya büyük umut bağlamıştı. Sizce hükümet atması gereken adımları attı mı?

Buyrun birlikte bakalım…

Paris Anlaşması’nı imzaladı imzalanmasına fakat o biraz da yeşil kredilerden para almak için gibi eyriti duruyor. Ben çok fazla bir samimiyet göremiyorum. İklim değişikliğine, iklim bilimine uygun davranışlar dagörmüyorum. Gidiyorlar su olmayan Konya’da teşvikler veriyorlar. Türkiye’nin ulusal ve uluslararası politikaları uygun değil bu davranış refleksi.

En iyi proje sıfır atık projesi.

Yaşananlardan ders çıkartmakta yok. Karadeniz’de yapılan tesisler, binalar… Doğa adeta katlediliyor… İklim hiç değişmemiş gibi davranıyorlar. Samimiyet yok. En iyi proje sıfır atık projesi. Başka da bir somut adım görebiliyormusunuz?

Devlet kuraklık konusunda nasıl bir yol haritası çizmeli?

Kuraklık bir kere resmen afet olarak görülmüyor. En önce bu düzeltilmelidir. Afet kapsamına alınmalıdır. Kuraklıkla mücadele konusunda, özellikle büyük kentlerde suyu idare yöntemini „Boruyu döşeyelim abi“ mantığı ile hareket ediyor. Su yönetim mantığı göremiyorum. Bir kere su yılı diye bir kavram var. Nasıl mali yıl varsa su yılı da var.

Su paradan daha değerlidir

Bütçe nasıl hazırlanıyorsa su yönetimi de o ciddiyetle yapılmalı… Su paradan daha kıymetli ve değerlidir. Ancak Türkiye’de belediyeler arasında su bütçesi planı yapan yok. Art niyet, particilik buna izin vermiyor. Su ezbere yönetiliyor. Yeraltı suları takip edilmiyor. Toprağın nemi bilinmiyor. Ne kadar yağış olmuş, daha ne kadar yağış olacak, bu yağışların akıbeti nedir bilinmiyor. Mevsimlik tahminlerden kimsenin haberi yok. Su izlenmiyor. Havasıyla, buharlaşmasıyla bütüncül olarak su izlenmesi yok.

Su bütcesi neden önemli?

Her yıl 1 Ekim su yılında su bütçesi yapılıp devreye sokulmuyor. Her belediye il ilçe kuraklıkla mücadele planı yok. Kuraklık olduğunda su nereden, nasıl kesilecek bunun planı yok. Su yok ama belediyenin araçları meydanları yıkıyor. Sorduğunda bu kuyu suyu deniliyor. Kuyu suyu ha!

Ana sınıfından itibaren bilinçlendirme yapılmalı

Bir kere belediyelerin gelişim planları yok. Belediye başkanları kendilerini kıral olarak görüyorlar. Sonsuza kadar gelişecekmiş gibi halleri var. Kentlerin su havzası var, bir kapasitesi var. Talep çok arz yetmiyor. Tüm kentlerde arz talep dengesini sağlayacak bir planlama yapılmalı. Belediyenin kaç milyonluk bir nüfus olacağını bilmesi, bütçesini yapması lazım. Ne kadar su tarımda gidiyor, ne kadarı evlere gidiyor. Tarıma giden su bilinçlimi harcanıyor, hanelere bu bilinç ana sınıfından itibaren verilmeli. İklim değişikliği ile birlikte sular nasıl değişecek. Önlerini de görmüyorlar. Türkiye’de ayrıca İstanbul, Melen’den suyu getiriyor. Çok büyük elektrik enerjisi harcıyor.

Çok dinleyen olmayacak fakat: Belediyelerin, hükümetin iyi bir su yönetimi için neler yapması gerekiyor?

Devlet Su İşleri’ne (DSİ) göre, Türkiye’nin 112 milyar metreküp suyu var. DSİ’nin 2023 projeksiyonuna göre de 112 milyar suyun 112 milyar metreküpünü kullanıyor olacağız. Kaç yıldır suyun yarısını kullanırken dahi su kıtlığı yaşıyoruz. Su stresindeyiz.

Her yağmur damlasını toplamamız gerekiyor.

2023’ten sonra her yağmur damlasını toplamamız gerekiyor. Suyun bir kısmını heba etme lüksümüz kalmıyor. Yağmur suyunu toplamamak en büyük sorunlardan biri olacak. Yeraltı suyunu da besleyemiyoruz. Kentlerde betonlaşma nedeniyle sular toprakla buluşamıyor.

Tropikal bitkilerin su ile bağlantısı

Yerel politikacıların baskısı ile ulusal çıkarları gözardı ederek tropikal bitkiler de ekmeye başladık. Avokado gibi şeyler. Türkiye’nin her yerinde yaygınlaştırmaya çalışıyor. Günübirlik kar etmek için. Sonra su yok deniliyor. Tropik ülkesi miyiz biz, neden yetiştiriyoruz? Yeraltı suları 400-500 metreye indi. Suyun yüzde 70’i tarımda kullanıyor. Tarımda yapılacak yüzde 10 tasarruf bile herkese yetebilir.

Atatürk Barajı gibi dev barajlar yapmışız ancak çiftçiyi eğitmemişiz.

Hâlâ çiftçi tarlaya ne kadar su dökülürse o kadar verimli olacağını düşünüyor. Tarım ürünleri çürüyüp çöpe atılıyor. Bunlar da su kaybı demek.

İhraç ettiğimiz tekstil ürünleri Türkiye’nin su açığına neden oluyor. Sattığımız mallarla aldığımız mallara bakınca su ayak izi bizim aleyhimize. Örneğin 1 kilogram pamuk 12 top su demek. Biz pamuk ihraç ediyoruz. 1 ton pamuk alıyor ama aslında 12 ton suyu bedava alıyor. Eskiden İngiliz kumaşı vardı meşhur. Artık o kalmadı. Çünkü su yok. İngilizler tekstilden çıktı. Bizim gibi ülkelerden alıyorlar. Su bitince de iklim değişikliği diyoruz.

Çeşmelerden su içmek

Avrupa’da birçok ülkede çeşmelerden su içilebiliyor. Ancak Türkiye’de özellikle büyükşehirlerde böyle bir alışkanlık yok. Örneğin İstanbul’da su içilebilir mi?

İstanbul’da su arıtılıyor. İçme suyu kalitesinde su var ancak kullanma suyu olarak kullanılıyor. İstanbul’da su idaresi en az 40 değişik noktada suyun kalitesi numune alarak ölçüm yapıyor. Böyle bir kontrol, satılan hiçbir suda yok.

Binaların kendi şebeke ve depolarında sıkıntı yoksa, evin, apartmanın tesisatı temizse İstanbul’daki çeşmelerden akan su içilebilir.

İstanbul’da o kadar masraf yapılıp dışarıdan getirilen su, kullanma suyu oluyor. Kullanma suyu olan yağmur suyu kullanmıyor kanalizasyona veriliyor. Sonra ortalık plastik çöpe dönüyor.

Güneydoğu’daki kuraklık gıda fiyatlarını daha da artırabilir

Özellikle kentlerde afetler konusunda belediyeler neler yapmalı?

Kentlerde afet denince herkesin aklına deprem geliyor.

Deprem denilince de kağıt üzerinde planlar akıllara geliyor. Türkiye Afet Müdahale Planı’na benzer şeyler akıllara geliyor. Bunlar kağıt üzerinde kalıyor. İstanbul’da yıllardır bina stoğunu inceleyip inceleyip duruyoruz. En son sayı belirlendi, 55 bin binanın yıkılması gerektiğini biliyoruz. Eğer bir deprem olursa 55 bin bina yıkılacak. Afet yönetimi insanları enkaz altından çıkarmak değildir. 55 bin binayı 50 bin binanın altına düşürmektir.

55 bin binanın yıkıldığı bir yerde

Biz şu anda kağıt üzerinde arama kurtarma birlikleri kuruyor, arama kurtarma köpekleri yetiştiriyor, çadırlar buluyor, planlar yapıyoruz. İnsanlar afet anında binanın altında kalacak ve biz nasıl insanları enkaz altından kaldırırız planları yapılıyor. 55 bin binanın yıkıldığı bir yerde dünyanın neresinde olursa olsun afet yönetimi olmaz.

Kentsel dönüşüm rantsal dönüşüme evrildi

Müteahhitlerin kar edebileceği yerlerde yapılıyor. Normalda çürük evlerde yaşayan yerlerde dönüşüm olamadı. 55 bin bina yıkılması için devlet gerekirse borçlanacak vs. ama çare bulunacak desemde bu şimdilik pek mümkün gözükmüyor.

Yangınlarla mücadele bütçesi neden düşürüldü?

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile Orman Genel Müdürlüğünün (OGM) faaliyet ve performans raporlarından derlediği bilgilere göre, yangınla mücadeleye yönelik ayrılan kaynağın merkezi bütçedeki payına olan oranının azaldığı göze çarpıyor. 2015 yılında OGM bütçesi için 2 milyar 567 milyon 630 bin TL ayrılmıştı. Bu kaynak, merkezi bütçenin yüzde 0.54’ünü oluşturmuştu. Ancak OGM’ye ayrılan payın merkezi bütçedeki oranı 2015’ten itibaren azalmaya başladı. 2021 yılında OGM bütçesi için 4 milyar 205 milyon 954 bin TL’lik kaynak ayrıldı ancak bu kaynağın merkezi bütçedeki oranı yüzde 0.31’de kaldı. 2022 yılı için OGM’nin bütçesinde yaklaşık yüzde 50’lik artış öngörülse de genel müdürlüğün merkezi bütçe içerisindeki payı yalnızca yüzde 0.35’te kaldı. Böylece aradan geçen yedi yıl içerisinde OGM’nin payı yaklaşık yüzde 35 oranında azalmış oldu. Diğer yandan OGM’nin yangınla mücadele bütçesindeki rakamlar da dikkat çekti. OGM, geçtiğimiz yıl yangınla mücadele için 8.1 milyar TL’lik kaynak harcamıştı. Ancak, bu yıl söz konusu harcama için yalnızca 5.4 milyar TL’lik kaynak ayrıldı. Tezime bir örnek daha verebildim sanıyorum: Fiziki kuraklığı körükleyen, zihinsel ve zihniyet kuraklığıdır.